Overkill - W.F.O.

28 Mayıs 2008 Çarşamba

Bobby Ellsworth - Vokal
D. D. Verni - Bas
Tim Mallare - Davul
Merrit Gant - Gitar
Rob Cannavino - Gitar

Açık ara en çok sevdiğim grup olan Overkill’in W.F.O. adlı bu albümü son zamanlarda kendi gözümde öne çıktı. Biyografilerini tekrar tekrar hatmederken I Hear Black gibi nispeten yavaş ve yenilikler içeren bir albümden sonra W.F.O.’nun hakikaten taş gibi ve 90’lardaki en öz hakiki thrash metal albümlerinden birisi olarak geldiğini okumamın ardından albümü dinlerken bir de ben “hakikaten ya!” dedim. Gerçekten inanılmaz bir albüm geneline bakılınca. Her şey o kadar net ki, thrash metal besteleri yazmak isteyenlerin tekrar tekrar dinlemeleri gereken bir albüm. Zira vokalin gerisine kulak kabartınca gitar rifleri o kadar öne çıkabiliyor ki, thrash metalin karakteristik özelliklerini öğreniyorsunuz.

Baştan sona bütün şarkılar birbirinden muazzam. Göreceli olarak sıkan şarkılar kendimi kassam What’s Your Problem, Supersonic Hate ve Up to Zero olur. Bunların dışında hep bir Overkill klası duyuyoruz. Özellikle They Eat Their Young adlı bir şarkı var ki, uff, nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Kim bilir kaç kere sakin sakin oturduğum yerde albümü dinlerken bu şarkıya geldiğimde otomatik olarak kafamı koparırcasına sallamaya başlamışımdır (tabi evde başka kimse yoksa heh heh). Şarkının esas rifi eşliğinde kafayı çaprazlamasına sallamak (evet bunun teknikleri de var heh) inanılmaz eğlenceli. Kendisine olan hayranlığımın suyunu çıkarmak için şarkı sözlerini de ezberleyip üstüne anlamını da öğreneyim derken kafama dank etti ki, bu iş öyle kolay değil. Yani neredeyse tüm Overkill şarkıları için değil. Şarkının tam olarak neden bahsettiğini kırk takla attım yine bulamadım. Sonra diğer şarkılara göz attım, evet, çoğunluğu da aynı şekilde. Mesela bu albümde Under One. “Ne alaka?” dediğim çokça bölüm var sözler içinde.
Böyle yazmak lazım aslında sözleri, dolayısıyla W.F.O. beste yazacaklara eğer söz de yazacaklarsa bir ders daha veriyor. Basit yazmayın, lafı dolandırın, alakasız şeylerle bezeyin, gizemli olun. Ben sırf bu yüzden bu kış, yaza kadar Longman Contemporary English sözlüğünü karıştırmaya başladım bile heh heh. İlginç kelime ve deyim arayışındayım.

Şarkı sözleri şarkı genelinde anlamsız gibi dursa da işe mikro düzeyde baktığımızda çok gaza getirici nameler de mevcut aralarda. Mesela girişteki Where It Hurts şöyle sözlere sahip: Make 'em pay, make a stand / Break away, be a man. Burayı duyunca sanki ben dövüşecekmişim gibi gaza geliyorum. Ondan sonra The Wait – New High in Lows’un girişindeki Carlito’s Way filminden alıntılanan monolog çok güzel oturmuş.

Bu albümden 7 adet şarkı, grubun 2 adet resmi konser albümünde yer almakta. Bu da albümün ne kadar dolu olduğunu gösteriyor (her ne kadar o bir konser W.F.O.’dan hemen sonra gerçekleşse de), üstelik bu 7 şarkıya benim kıymetlim They Eat Their Young dahil değil. Kendisi şamar oğlan zaten, Facebook’taki iLike uygulamasında ön izlemesi yok.

Bu sezon içerisinde kendisinin kasetini de edinerek albümle aramdaki duygusal bağı da iyice kuvvetlendirmişken, şu an itiraf ediyorum ki, bazısı büyük konuşmak diyebilir isterse, W.F.O. şu yazıyı yazdığım tarihe kadar dinlediğim albümler arasında açık ara en sevdiğim albüm. Bildiğimiz Overkill karakteristikleri, her ekolayzır kombinasyonunda duyulabilen bas gitar tonları, karmaşık sözler, manyak vokaller, kesik kesik rifler... Kasetten dinlemesi tamamen ayrı bir keyif oluyor tabi, bunlara ek olarak hışırtı da geliyor. Kaset dedim yine duygulandım bak, yazacak bir şey aklıma gelmiyor daha. Siz de kaset olsun, CD olsun mutlaka edinin bu albümü, thrash metal sevip de bu albümü kaçırdıysanız bazı şeyleri tamamlamanız lazım dinleyerek.

  1. "Where It Hurts" – 5:33
  2. "Fast Junkie" – 4:21
  3. "The Wait/New High in Lows" – 5:46
  4. "They Eat Their Young" – 4:57
  5. "What's Your Problem?" – 5:10
  6. "Under One" – 4:14
  7. "Supersonic Hate" – 4:17
  8. "R.I.P. (Undone)" – 1:43
  9. "Up to Zero" – 4:07
  10. "Bastard Nation" – 5:38
  11. "Gasoline Dream" – 6:49

Wargasm - Why Play Around?

Rich Spillberg - Gitar
Barry Spillberg - Davul
Bob Mayo - Vokal, bas

Bizde “demo grubu” ya da “1 albümlük grup” diye bir tabir vardır yerli gruplar için kullanılan. Genelde maddiyat sıkıntısından, bazen de disiplinli çalışılmaması yüzünden gruplar sürekli demo çıkarır durur, ya da albümünü çıkarır çıkarmasına ama sonra sessizliğe bürünür uzun yıllar. Ya dağılır ya da yıllar sonra anca ikinci albümlerini çıkarabilirler. Aslında şöyle bir düşününce bu sadece bize özgü bir durum değil, bütün dünyada böyle. Amerika’dan mesela birçok 2 albümlük grup sayabilirim. 80’lerin ikinci yarısında başlayıp 90’ların ilk yarısında dükkanı kapatan gruplar. Athropy, Evildead, Exhorder, Gothic Slam… Bunların ortak noktaları aktif oldukları dönemler (85-95 arası), tarzları (thrash metal), resmi stüdyo albüm sayıları (2) ve ülkeleri (ABD); ayrıca örnekler daha da çoğaltılabilir. Şu anda sözünü edeceğim grup Wargasm da bunlardan biri sayılabilirdi ama neyse ki en azından 2 albüm barajını aşmış insanlardır kendileri. 1988 yılında çıkardıkları ilk albüm itibariyle hakikaten büyük grup olabilecekleri sinyallerini de veriyorlardı ancak ilerleyen zamanlarda olamadı.

Why Play Around adını verdikleri bu albüm bence tüm zamanların thrash metal klasik albümleri arasına girmeli. Hatta belki de birçok dinleyici böyle düşünüp kendi klasikleri arasına eklemiştir bunu. Fevkalade akıcı bir müzik var ortada. Bir akordan öbürüne, bir riften diğerine geçişler öyle güzel bağlı ki dinleyip gözleri kapatınca sanki bir nota denizinde yüzüyor gibi olunuyor. Bunun yanında ilk dinleyişlerde kendini belli etmeyen ancak zamanla açılan bir agresiflik de var. Aslında her bir saniye gayet sert, sinirli. Özellikle Revenge’in son bölümlerinde solodan sonra gelen naraya dikkat.

Müzik albüm boyunca zaman zaman ilerleyici öğelere de sahip, kısa şarkı olmayanlar da var. 6 dakikanın üstünde 3 şarkı var ki bunlardan grupla aynı adı taşıyan Wargasm 9 dakikayı bile geçiyor. Ancak yine de oldukça sürükleyici bir karaktere sahip bunlar, şarkının sonu ne ara geldi hiç ruhunuz duymadan bitiveriyorlar. Wargasm’in girişi, Merritt’s Girlfriend, Le Cou Cou gibi parçalar da albümün kişiliğini tehlikeye atmadan, albüme ek tatlar sağlıyor, fazladan melodik özellikler katıyor.

Vokal zaman zaman güçsüz kalsa da bence hakikaten muazzam, aşmış bir albüm Why Play Around. Klasik adayı olduğunu keşfettiğim zaman ağzım açık kalmıştı resmen. Ara sıra dinlediğim bir albümün bu kadar şahane olduğunu nasıl keşfedemedim onca zamandır? Demek ki kendini hemen ele vermeyen bir albüm. Wargasm’in sonraki albümleri bunun kadar öz hakiki halis muhlis thrash metal kılığında olmadığından olsa gerek, bunun kadar tutmuyorum diğerlerini. Ve yukarıda bahsettiğim “kaybolan gruplar”ın müziğiyle büyük grupların müziğini karşılaştırdığımda hakikaten büyük bir fark olduğunu görüyorum arada. Wargasm’in bu albümü de bence büyük grupların tarafında. Ama bu potansiyele rağmen devamını iyi getirememişler. Olsun gayrı, biz de Why Play Around dinleyelim, çıldıralım. Ara sıra grubun diğer albümleri Ugly ve Suicide Notes’a da şans verelim. Belki onlar da kendilerini geç açıyorlardır kim bilir?

  1. "Wasteland" – 3:59
  2. "Revenge" – 7:02
  3. "Bullets & Blades" – 3:53
  4. "Undead" – 6:29
  5. "Merritt's Girlfriend" – 0:48
  6. "Sudden Death" – 5:00
  7. "Wargasm" – 9:17
  8. "Le Cou Cou" – 2:22
  9. "Humanoid" – 4:49

Metallica - Kill'em All

James Hetfield - Vokal, gitar
Kirk Hammett - Gitar
Cliff Burton - Bas
Lars Ulrich - Davul

Yılların en çok satan thrash metal grubu Metallica’yı 90’lar sonrası müziği ve tavırları için kötülemek mi daha moda yoksa ilk dönemi hatrına hala muazzam güçlü bir grup, yıkılmayan çınar olarak görmek mi daha moda bilmem ama şöylesi de moda olabilir, ilk dönem albümlerini keyifle dinleyip sonrakileri bolca eleştirmek… Ya da şu da olabilir, ilk dönem albümlerini tutup son dönem albümlerini eleştirip ama kendilerini dinlemeye son dönem albümleriyle başladığı için ufaktan vefa borcu hissedip onları dinlerken itirazı olmamak, dolayısıyla eskiyi yad ederken son dönem albümlerini de dinlemek… Son cümlede kendi durumumu anlattım Metallica hakkında. Tabi buradan St. Anger’ı çıkarmak isterim tamamen kendime uyduracaksam. Baştan sona hiç dinlemediğim için önyargının dibine vuruyorum ama neyse konuyu dağıtmayalım. Konumuz hepsini gebert! Dünyanın ilk resmi thrash metal albümü. O zamanlar insanlar henüz yeni şeyler deneme derdinde değil, sapına kadar hızlı, sapına kadar biçici besteler yapıyorlar.

Metallica’yı genellikle hissiyatlı yapısıyla biliriz işin müzik kısmında. Kill’em All albümü haricinde albümdeki genel tarzın izin verdiği her tür müziğe yer verir. Hızlı şarkılar, yavaş şarkılar, baladlar, normal uzun şarkılar, enstrümantal şarkılar… Ama bu albümde böyle değil. Baştan sona kadar hızlı ve tempolu şarkılar var. Anesthesia adlı bas sololu sözsüz şarkı haricinde genelde tek tip bir profil çiziyor besteler. Bunlardan dördüne zamanında Metallica’da bulunan Dave Mustaine katkıda bulunuyor, hatta The Four Horsemen’in bizzat orijinalini yazıyor. Sonra bu şarkının orijinalini de Megadeth’in ilk albümünde Mechanix adıyla yayınlıyor. Mechanix çok daha hızlı bir halde Metallica’nınkinden ama benim şahsi tercihim The Four Horsemen olan şarkıdan yana. Mustaine’in katkıda bulunduğu diğer üç şarkı ise Jump in the Fire, Phantom Lord ve Metal Militia. Bunlardan Metal Militia zaten ağızlara marş olmuş bir şarkı. Ama bence bu albümde Metallica’nın esas kendine etiket olarak yapıştıracağı şarkı Whiplash olsa gerek. Thrash metal dinleyicisini konu alan şarkı “’cause we are Metallica” şeklinde giden sözleriyle de imza şarkı olma hüviyetini kazanıyor.

Kill’em All’un adı aslında “Metal Up Your Ass” olacakmış ama plak şirketi Megaforce bu ismin sadece yer altında iş yapacağını belirterek değiştirmelerini tavsiye etmiş. Hatta kapak da farklıymış, bir klozetten kılıcımtrak bir nesne çıkarıyorlarmış. Tamam kapağı gördüm hakikaten kötüymüş ama kullanılmayan ismi baya tuttuğumu söylemeliyim.

İlk paragrafta saydığım modalardan çoğu bu albümü dinlemek ve sevmek için geçerli. Oturaklı parçaları olmamasına rağmen ve birçoğu bu unvan için Master of Puppets’ı gösterirken bence klasik albümler arasına Metallica tarafından girmesi gereken albüm Kill’em All’dur. Böyle polemik yaratıcı bir cümlenin ardından bu albüm yazısına da burada son vermek isterim. İyi dinlemeler.

  1. "Hit the Lights" – 4:17
  2. "The Four Horsemen" – 7:13
  3. "Motorbreath" – 3:08
  4. "Jump in the Fire" – 4:42
  5. "(Anesthesia) Pulling Teeth" – 4:15
  6. "Whiplash" – 4:10
  7. "Phantom Lord" – 5:02
  8. "No Remorse" – 6:26
  9. "Seek & Destroy" – 6:55
  10. "Metal Militia" – 5:10

Slayer - South of Heaven

Tom Araya - Vokal, bas
Kerry King - Gitar
Jeff Hanneman - Gitar
Dave Lombardo - Davul

Tom Araya’nın yaşlandığı için 1 albüm sonra Slayer’ın müziğe veda edebilme ihtimalini açıklamasının ardından metal dünyası yasa boğulmuş mudur bilmiyorum ama hakikaten daha yaşlı örnekler varken insanın “hadi len!” diyesi geliyor. Şimdi biraz saygısızlık gibi oldu o yüzden South of Heaven’ı anlatacağım bu yazıda albümü biraz daha yağlamam lazım heh heh.

Reign in Blood ile sadece thrash metalin değil, her türlü müziğin de büyük isimlerine katılan Slayer, bu hız dolu albümün ardından kanımca en yavaş albümlerine imza atıyorlar. Baştan söyleyeyim, yavaşlamalarına hiç laf etmeyeceğim. Küçükken ediyordum, zira Tom’un vokalinin düzleşmesinden baya rahatsız olmuştum ilk albümlerden sonra. Evet bu albümde yanılmıyorsam hiç çığlığı yok vokalistimizin (yanıldım, Live Undead’de varmış ama önceki albümler gibi değil yine de). Olsun, ben bu albümü seviyorsam kafa dinleten bir Slayer albümü olduğu için seviyorum. Çok sert tonlar yok, müzik baya akıcı, başta yavaş dedim ama yine de hızlı kısımlar var. Ya da Slayer’ın diğer albümlerine kıyasla yavaş.

Bu albümden South of Heaven ve Mandatory Suicide gibi iki tane konser vazgeçilmezi şarkı çıktı. Elimde bir sürü Slayer konseri var görüntülü olsun sesli olsun, neredeyse hepsinde bu ikisinden en azından Mandatory Suicide bulunuyor. Behind the Crooked Cross’u bizzat Jeff Hanneman yazmış ama hiç beğenmediğinden neredeyse hiçbir konserde çalınmıyor. Halbuki Kerry King bu durum için “keşke” diyor. O daha çok Ghosts of War’un sonunu seviyormuş, hatta tümünü çalamasalar bile bir başka konser demirbaşı Chemical Warfare’in sonuna bağlasak diye temennide bulunuyormuş (Vikipedi’ye gel). Bunların dışında göze çarpan şarkılar son iki şarkı, Judas Priest coverı Dissident Aggressor ve Spill the Blood. Hakikaten “Slayer heavy metal çalsa o da leziz olacakmış” dedirtiyor. Beste kendilerinin değil ama neticede insanlar etkilendiği şeyler civarında besteler yazar. Son şarkının gözüme çarpma nedeniyse mistik, güzel bir şarkı olması. Özellikle son kısmındaki soloyu çok severim.

Neticede kısık sesle dinleyince en kolay dinlenebilen Slayer albümü olarak raflarda yerini alıyor South of Heaven. Ama bu özelliğine rağmen popüler olmadı, ayağa düşmedi, yıkılmadı ayakta heh heh.

  1. "South of Heaven" – 5:00
  2. "Silent Scream" – 3:13
  3. "Live Undead" – 3:58
  4. "Behind the Crooked Cross" – 3:12
  5. "Mandatory Suicide" – 4:03
  6. "Ghosts of War" – 4:00
  7. "Read Between the Lies" – 3:21
  8. "Cleanse the Soul" – 3:01
  9. "Dissident Aggressor" – 2:34
  10. "Spill the Blood" – 4:48

Nitro - We Sold Our Souls For Punk Metal

Erdem Çapar - Vokal
Emre Manav - Gitar
Burak Özgüney - Bas
Fatih Kanık - Davul

Bir aralar Lucy Fear adıyla kurulmuş, sonradan Nitro olmuş olan bu grubun bu albümü, daha doğrusu demosu bende derin etkilere neden olmaktadır. Duyduğum anda beni canlandıran nadir kayıtlardan biridir. Mesela bir sabah hocasıyla kavgalı olduğum İtalyanca kursuna giderken yol süresinin kısalığı nedeniyle We Sold Our Souls for Punk Metal dinliyorum, otobüsten inip yürüyerek yola devam ediyorum. Binaya giriyorum, asansörü çıkıyorum, demo anca bitiyor. Geç kaldığım için hocayla yine ağız dalaşına gireceğiz sanıyorum ama aynı zamanda kırk yılın başı ödev yaptığım için hoca bana kıl davranmıyor. Ben de durduk yere kendisine hararetli davranmıyorum tabi. Aldım gazı, ama dışavuramadım, ilk ders arasında balkonda titriyorum adeta. Çünkü neden? Nitro’nun müziği öyle bir doldurdu ki beni, değil oraya buraya gümletmeyi, en azından ağzımı kullanarak birinin üstüne gitmediğim için dışavurmam gereken enerjiyi mecburen titreyerek çıkarmak zorunda kaldım.

Bu anlattığım şeyden ne çıkarıyoruz o zaman? Nitro’nun yaptığı müzik tam gaz ortalık karıştırıcı bir şey. Hayatın sorumlulukları olmasa dışarıda insanlara tekme tokat dalma isteğini dinleyicilerine aşılayan, evdeyse duvardan duvara atlama isteğini uyandıran 4 tane bomba gibi şarkı var. Daha başka nasıl anlatsam ki? Bütün 10 dakika geri vokallerle süslenmiş, onlar da ani bağırmalar, çete havası şöyle… Vurup geçmeye birebir. Kanımca en başarılı şarkıları Is This the World We Cremated? olsa gerek. Ama en popüler olma potansiyeline sahip olan ise, Türkçe sözlü olduğu için tabi, Ben de Seni adlı manyak şarkı. Sözlerini de doğal olarak çıkarması daha kolay olduğundan kolayca ezberlenecek, kıl olunan kişinin fotoğrafı ya da bizzat kendi suratı karşıya alınıp bağıra bağıra söylenecek bir şarkı. Ara sıra stüdyoda coverlardık bunu, söylemesi de çok eğlenceliydi her ne kadar insanda boğaz diye bir şey bıraktırmasa da.

Her bir elemanı gayet tecrübeli olan (basçı Burak Özgüney eskiden Parricide, davulcu Fatih Kanık ise Moribund Oblivion, Kuaför Cengiz ve Discrepancy’de çalmış, hatta hala çalıyor da olabilir) Nitro bu aralar tam olarak aktif değildi zira vokalistleri Erdem Çapar (kendisi eskiden Antisilence’ın da vokalistiydi) askerdeydi ama tam bunu yazdığım sırada tekrar tarihe baktım ki sanırım ben bu satırları yazarken ya yeni dönmüş ya da dönmek üzere. Dönüşünün şerefine 17 Mayıs’ta Taksim Guitar Bar’da da bir konserleri olmuş UCK Grind ile birlikte. Bundan sonra son hız yeni besteler, yeni kayıtlar diliyorum. Şu 10 dakikada kayıttan çalınan müzikle ortalığı dağıtıyorlarsa yeni ve daha uzun bir kayıtta neler yaparlar düşünmek bile muazzam heyecanlandırıyor.

  1. "Suicide Trip" − 2:20
  2. "Freedoom" − 3:15
  3. "Is This the World We Cremated?" − 2:35
  4. "Ben de Seni" − 2:44

Six Feet Under - Bringer of Blood

Chris Barnes - Vokal
Steve Swanson - Gitar
Terry Butler - Bas
Greg Gall - Davul

Bu albüme bodoslama dalmak gerekirse, Six Feet Under’ın en groove dediğimiz şeye sahip olan albümüdür Bringer of Blood. Yani böyle yayvan akorlar olacak, müzik dinleyiciye tekme tokat dalmayacak, ama ağırlığı da yüksek olacak. Bu zaten Six Feet Under’ın önceki albümlerinde de olan bir şeydi, ama bu albümde iyice ortaya çıkmış durumda. Tabi bundan benden bile yobaz olan dinleyiciler rahatsız oldu, hele hele Cannibal Corpse zamanından beri Chris Barnes üzerine yobazlık yapanlar SFU’ya sırtını dönerken, bu albümle iyicene “püü” demişlerdir herhalde.

Albümün kaydı baya yüksek bir ses seviyesinde, ayrıca altı da baya dolu. Havada kalmıyor müzik yani. Cisim olsa “ele geliyor” diye tanımlayacağım. “Kulağa geliyor” diye tanımlamak en iyisi. Gitar tonları zaten çok kalın, buna bir de Chris hocanın (biraz daha yaşlansın öyle baba derim heh heh) kalın mı kalın sesi eklenince ağırlığından yenmez bir müzik ortaya çıkıyor. Evet hocamızın vokali de ufak değişikliklerle gelmiş bu albümde. Eskisinden daha az brutal gibi, zaten hiç guttural değil, ama hala tertemiz değil tabi. Hoş, o kadar kalın bir sesi var ki temiz vokalle bile death metal yapabilir diyerek mübalağa yapmak isterim. Ama neticede enfes olmuş bence. Tek kusuru eskisi gibi çığlık duymuyoruz “iiiiğğğğyyy” şeklinde, True Carnage albümünde bolca duyduğumuz gibi.

Şarkıların muhtevası yine bildiğimiz SFU temaları, ölüm, öldürme ve zombiler üzerine kurulu. Zombi kısmı bu sefer işin içine girmiş mi, bakmadım tam olarak ama şarkıların çoğunda, özellikle When Skin Turns Blue’da seri katil havası alıyorum. Bunların dışında hoplayıp zıplamalık çok güzel şarkılar var, en yakın örneğiyse Ugly adlı şarkı. Daha başka özellikle beğendiğim şarkılar açıkçası az evvel dediğim 2 şarkıyı da kapsayan ilk 7 şarkı. Hakikaten bu 7 şarkıdan sonra albümün gidişatı değişiyor gibi biraz. Biraz daha yavaş bir hal alıyor. İlk 7 şarkıda o kadar hoplayıp zıpladıktan sonra durulmak biraz sıkabiliyor, o yüzden belki de şarkı sıralaması tekrardan düzenlense iyi olurdu. Ya da belki de böylesi daha iyi, aralıksız deşarj oluyoruz, sonra dinleniyoruz. Ama buradan son şarkıların kötü olduğu anlamı çıkmasın, sadece çok gaz değiller diğerlerinin yanında yani. Ayrıca son şarkının sonuna bir de bas-vokal-davul üçlüsüyle çalınan kısa bonus şarkı eklenmiş ki, hakikaten güler yüzle olmasa bile havanız yerinde oluyorsunuz albüm biterken.

Bir ara ikide bir dinlerdim bu albümü, dinledikçe bir daha dinlemek isterdim, bu biraz da o dönemki ruh haliyle alakalı. Güçlü yapısı ve hoplama zıplamaya müsait şarkılarıyla bütün heyheylerim üzerimdeyken çok iyi gidiyordu. Bütün stresi söküp atıyordu. Ama daha sonra tekrar biriktiği için albüme tekrar ihtiyacım oluyordu. Böyle ahvallerde kuvvetle tavsiye ederim.

  1. "Sick in the Head" − 4:11
  2. "Amerika the Brutal" − 3:01
  3. "My Hatred" − 4:22
  4. "Murdered in the Basement" − 2:19
  5. "When Skin Turns Blue" − 3:27
  6. "Bringer of Blood" − 2:54
  7. "Ugly" − 2:58
  8. "Braindead" − 3:44
  9. "Blind and Gagged" − 3:09
  10. "Claustrophobic" − 2:50
  11. "Escape from the Grave" − 3:58

Twisted Sister - Under the Blade

15 Mayıs 2008 Perşembe

Dee Snider - Vokal
Eddie Ojeda - Gitar
Jay Jay French - Gitar
Mark Mendoza - Bas
A. J. Pero - Davul


Bir müzikle duygusal bağ kurmak nedir arkadaşım? Yani kendimden yola çıkmam gerekirse, Twisted Sister'ın çoğu şarkısını duyduğum anda hakikaten çok mutlu oluyorum. Üstelik rastgele, bir yerde çalındığında da değil, şarkıları kendim oynattığımda da. Ama bu mutlu olma kanısına da tesadüfen vardım. Benediction'ın Grind Bastard adlı kasetini aldıktan sonra ilk dinlediğim gün, şarkı listesine göz atmıştım şöyle bir. Destroyer'ı gördüm ama aklıma hiç Twisted Sister gelmedi. Benediction zaten dinlediğim ilk death metal grubu olmasıyla kalbimde ayrı bir yeri vardır. İlk defa dinlememe rağmen hiç sıkılmadan geçiriyorum şarkıları. Sıra Destroyer'a gelmiş, girişinde bir kalın nefes alış verişi gibi bir ses. Daha gitarlar girmeden kafamın tepesinde lamba yanmıştı (hakikaten o gün masamda otururken tepedeki masa lambası yanıktı heh heh). Birdenbire sırıttım, sevinçten dört köşe olmuştum. Bizim Twisted Sister'ın Destroyer'ı bu yahu! Tüylerim bir diken, ağzım bir yukarı parantez, :) hesabı. Hayatımda müzik dinlerken hiç bu kadar mutlu olduğumu hatırlamıyorum. Her iki gruba duyduğum sevgi katlandı da arttı tabi.

Bu anlattığım günden sonra ne zaman Twisted Sister dinlesem kendimi mutlu hissettiğimi fark ettim. Özellikle bu Under the Blade albümünde. Grubun daha ilk albümü ve her grubun ilk albümünde olduğu gibi oldukça çiğ bir sese sahibiz. Gitarlar özellikle çok çiğ. Gayet üzerinden tekrar geçilmeden, düzeltilmeden aynen kaydedildiği gibi konmuş sanki. Keza vokal de öyle. Sanki yan komşuymuş Dee Snider da, oradan şarkı söylüyor bize sesi öyle geliyor gibi. Şarkıların hiç biri boş değil. Serseri ve rock'n roll bir hava var tamamen. En hızlı şarkı Tear It Loose iken en yavaş ve en "ağır" şarkı ise Destroyer. Destroyer ayrıca grubun kariyerindeki de en ağır şarkı. Albümdeki favorim diyeceğim ama diğer şarkılar da zorluyor beni adeta. Bad Boys of Rock'n Roll, Shoot'em Down, Sin After Sin, Under the Blade... Hepsi de muazzam şarkılar.

Heavy metalin erken örnekleri arasında en iyi albümlerden birisi olan Under the Blade, sahip olduğu havayla gayet klasik etiketi yiyebilecek, hatta aslında yemiş bir albüm. Herkeslere en büyük tavsiyelerimdendir.
  1. "What You Don't Know (Sure Can Hurt You)" 4:45
  2. "Bad Boys (Of Rock 'n' Roll)" 3:20
  3. "Run for Your Life" 3:28
  4. "Sin After Sin" 3:23
  5. "Shoot 'Em Down" 3:53
  6. "Destroyer" 4:16
  7. "Under the Blade" 4:40
  8. "Tear It Loose" 3:08
  9. "Day of the Rocker" 5:03