Testament - The Gathering

25 Ocak 2010 Pazartesi

Chuck Billy - Vokal
Eric Peterson - Ritm gitar
James Murphy - Solo gitar
Steve DiGiorgio - Bas
Dave Lombardo - Davul

Tepeye not: Bu yazıyı Boo! dergisinin 38 numaralı sayısında, Şamar adlı heavy metal bölümü için yazmıştım. Burası için yazmadım yani.

Testament ile ilk tanışmama vesile olan albüm The Gathering. O güne kadar sadece ismen tanıdığım ve fotoğraflarından, albüm kapaklarından diğer thrash metal gruplarına nazaran daha ağırbaşlı, daha efendi olduğunu tahmin ettiğim grubun müziğini ilk defa bu albümle buldum. Üstelik kasetten. Böylesi benim gibi bir kaset koleksiyoncusu için daha güzel oldu tabi. 1999 yılında çıkmış olan albüm ilk dinlediğimde hakikaten kaya gibiydi, tonlarca ağırlıktaydı. Normal bir thrash metalden daha karanlık bir hava vardı. Vokal zaman zaman temiz olmaktan çıkıyordu. Bunlar Testament’ın diğer albümlerine bulaşmadan evvel vardığım yargılar.

Diğer albümleri dinlemiş durumdayım şu an, o zaman karşılaştırarak değerlendirebilirim The Gathering’i. Demonic albümüyle sinyalini verdikleri death metal etkileri bu albümde daha çok ağır basmış. Chuck Billy’i bol bol gürlerken duyuyoruz. Ayrıca dümdüz “tırı tırı tır tır” diye giden thrash rifleri sürekli yok. Ama olabildiğince ağır bir müzik var. Diğer albümlerden kat kat daha ağır bir sese sahip. Hele ekolayzırdan bası açınca bas gitar da, davullar da sırtınıza binmiş gibi oluyor. Tarz için death metale yakın dedim ama atıyorum bir Cannibal Corpse tarzı temalardan ziyade daha derin konuları işliyor. Ayrıca death metal deyince bol bol davul atakları beklemeyelim, müziğin ağırlığından ve yer yer brutal olan vokallerden dolayı böyle bir benzetme yapılıyor zannediyorum ki.

Öne çıkan pek şarkı yok, albüm fazla inişli çıkışlı değil. İlk başta neler hissediyorsanız ortalarında da benzer hisler içinde oluyorsunuz. Ama mesela benim özellikle beğendiğim parça Down For Life oldu. Sözlerinden dolayı falan değil, çok akıcı bir şarkı, keyifli bir besteye sahip her ne kadar sözleri için aynı şey söylenemese de. Bu şarkı esnasında aklıma kasetteki şarkı sözü kağıdındaki Chuck Billy’nin suratını ekşittiği fotoğrafı geliyor, pozuna cuk diye oturuyor şarkı. Ayrıca kağıttaki her resmin kompozisyonunun bir şarkıyı temsil ettiği görülüyor gibi. En azından Sewn Shut Eyes gayet açık ve net. Onun dışında zannediyorum ki diğerlerinin arasında Riding the Snake ve Fall of Sipledome temsilleri var.

The Gathering’in yapıldığı dönemin kadrosu tam bir yıldızlar kadrosu olmuş. Öncelikle mix koltuğunda Andy Sneap var. Bunun dışında Testament’ta zaten olan Chuck Billy ve Eric Peterson haricinde Death, Obituary ve Konkhra gibi yer yer kalburüstü, yer yer ilahlaştırılan gruplardan tanıdığımız James Murphy; Sadus, Death, Autopsy, Iced Earth ve daha birçok grupta çalmış olan Steve DiGiorgio ve belki de en bomba isim olarak Slayer’dan ayrıldığı dönem o proje senin bu proje benim dolaşan Dave Lombardo Testament’ın bu rüya takımını oluşturuyor.

Souls of Black’ten sonra bence bir türlü yeterli albümler çıkaramayan Testament bu durumun acısını The Gathering ile baya bir çıkarmış. Çok güzel albüm olmuş. Hiç sıkmıyor, tekrar tekrar kendini dinletebiliyor. Zaten grubun böyle 3 albümü var, sürekli bununla birlikte Souls of Black ve Practise What You Preach’i dinliyorum döndüre döndüre (güncel not: İlk iki albüm The Legacy ve The New Order’ın daha sonradan hayranı oldum, esas onları döndüre döndüre dinliyorum!). Neyse, albüm hakkında son sözleri söyleyeyim, alın dinleyin çok güzel evet heh heh.

  1. "D.N.R. (Do Not Resuscitate)" – 3:34
  2. "Down for Life" – 3:23
  3. "Eyes of Wrath" – 5:26
  4. "True Believer" – 3:36
  5. "3 Days in Darkness" – 4:41
  6. "Legions of the Dead" – 2:37
  7. "Careful What You Wish For" – 3:30
  8. "Riding the Snake" – 4:13
  9. "Allegiance" – 2:37
  10. "Sewn Shut Eyes" – 4:15
  11. "Fall of Sipledome" – 4:48

Pino Scotto - Datevi Fuoco (Lo Scotto da Pagare)

18 Ocak 2010 Pazartesi

Tepeye not: Bu yazıyı Boo! dergisinin 39 numaralı sayısında, Şamar adlı heavy metal bölümü için yazmıştım. Burası için yazmadım yani.

Bir heavy metal dinleyicisi İtalyanca kursuna gitmeden önce birkaç kere düşünmeli. Özellikle heavy metalden başka müzik tarzlarına kapalıysa ve hele hele Eros Ramazotti’nin sesine çok fena kıl oluyorsa. Çünkü ben yaptım böyle bir şey. Çok güzel bir sınıfa denk geldim, her hafta tonlarca gülerek çıkıyorum kurstan ama İtalyancayı müzik dinleyerek pekiştirme eylemini yapamıyorum. Araştırdım, İtalya’da heavy metal kültürü daha çok senfonik ve gotik metale kaymış. Bir miktar da endüstriyel. Thrash metal yapan bir tek Extrema var ancak onlar da hardcore’a ağırlık vermişler. Sözleri de İngilizce zaten. Koskoca ülkede şöyle delikanlı, İtalyanca heavy metal müzik yapan yok mu be arkadaşım?

Neyse, arayınca insan buluyormuş (www.metal-archives.com sitesinde ülkelere göre arayın işte). Bulabildiğim ilk ve nadir isimlerden Pino Scotto, İtalya’nın en dinozor müzisyenlerinden biri. 80’lerde Vanadium adlı grubuyla çalışan Scotto, 90’larda tek başına albümler yayınlıyor. 2000’lerde ise Fire Trails adlı grupta bulunuyor. Şimdi bahsedeceğim albüm ise bir en iyilerin derlemesi kıvamındaki Datevi Fuoco (Lo Scotto Da Pagare).

Geçen yıl içinde yayınlanan bu albümde İtalyan hard rockçunun tek başına takıldığı dönemdeki en iyi şarkıları toplanıyor. Bu arada her şarkı yeniden kaydediliyor, üstelik bir sürü de İtalyan sanatçı eşlik ediyor Scotto’ya. Benim ismen tanıdığım gruplar arasında Lacuna Coil’den Criz Mozzati, Extrema’dan Tommy Massara ve G. L. Perotti, Strana Officina’dan Bud ve Dario Cappanera ve Fire Trails’den Steve Anghartal'ı görüyorum. Daha bir sürü isim var Scotto’ya eşlik eden. Saymakla bitmez ama bu yazıyı okuyan kimse bu kişileri tanımadığından saymaya da gerek yok.

Albümde 12 tane şarkı var, tamamına yakını gerçekten çok kalite şarkılar. Progresifçi bir arkadaşa Come Noi'i dinleteyim dedim, adam yobazlık yaptı beğenmedi “bu ne be hard rockmış peh” falan dedi. Ama dinleyip düşününce hakikaten hakkını vermek lazım. Üstelik 8 kur üzerinden 5 kurluk da olsa (güncel not: şimdi 8. kurdayım, pek bişey değişmedi :F) kıt olan İtalyancamla sözlerini hafiften anlayınca (şarkı sözlerini okumadım, dinleyip anladım) sevilmeyecek şarkı da seviliyor zaten. Çok enerjik şarkılar. Prodüksiyonun kalitesi çok iyi. Besteler eski kafa. Bir de Akdeniz insanıyız ya, çekiyor işte müzik. Yansımış müziğe tamamen Akdeniz havası. Amerikan-İngiliz tarzı hard rocktan ayrı bir havası var yani. Bodrum’da yazlık evim olsa, kendi domateslerimi yetiştirsem, her gece ay ışığında deniz manzarasına oturup balık yerken sürekli bu albümü dinlerdim. O kadar Akdeniz havası var yani. Sıcak, içten. Kesinlikle yapay değil.

Şarkılardan öne çıkanlar arasında, Scotto’nun en popüler parçası Come Noi ile ikinci şarkı Il Grido Disperato di Mille Bands var ki bunlar tam gaz giden şarkılar. Onlardan sonraki iki şarkıyla albüm blues-rock havasını da katıyor kendine. Çok leziz valla. Amma velakin albüm ilerledikçe o kadar gaz ile yazamıyorum bu sa-tırları. Demek ki öne çıkan şarkılar ilk dört şarkıymış. Ondan sonra albüm biraz hız kesiyor, tek tük baladlar başlıyor. Ama lezzeti tükenmiyor yine de albümün. Hatta esas Akdeniz usulü müzik böyle başlıyor. Böyle yavaş, hem hafif efkarlı hem de keyifli.

Uzun lafın kısası, Akdeniz insanı olan, hard rock dinleyen herkesin edinmesi gereken bir albüm bu Datevi Fuoco. Tabi kolaysa Pino Scotto'nun eski kayıtlarını da edinmek lazım ama bu albüm bile zor bulunurken diğerleri yani... Keşke İtalya'da heavy metalin bu tarafı daha popüler olsa ancak adamlar senfonik olaya daha yakın bakıyorlar. Opera sevgisinden falan mı kaynaklanıyor diyeceğim ama yok, bağdaştıramadım şimdi.

  1. "Come Noi" - 3:17
  2. "Il Grido Disperato di Mille Bands" - 3:43
  3. "Dio del Blues" - 5:08
  4. "Piazza San Rock" - 4:12
  5. "Segnale di Fuoco" - 2:43
  6. "Le Stelle Cadenti" - 3:58
  7. "Guado 3000" - 3:56
  8. "Disperanza" - 3:51
  9. "Predatori della Notte" - 4:31
  10. "Nunù" - 4:16
  11. "Code di Cometa" - 3:18
  12. "Gamines" - 2:47

Destruction - All Hell Breaks Loose

13 Ocak 2010 Çarşamba

Marcel 'Schmier' Schirmer - Vokal, bas
Mike Sifringer - Gitar
Sven Vormann - Davul

Tepeye not: Bu yazıyı Boo! dergisinin 39 numaralı sayısında, Şamar adlı heavy metal bölümü için yazmıştım. Burası için yazmadım yani.

Müzik kültüründe uzun yılları geride bıraktığımıza göre, "geri dönüş" kavramı artık oturmaya başladı sayılabilir. Özellikle 10'lu yıllara ayrılan müzik dönemleri, bazı tarzlara yararken bazılarına yaramıyor. Gruplar ara verebiliyor, sonra kendilerini hazır hissettiklerinde tekrar toparlanabiliyor. Söz konusu tarz heavy metal ise bir güç gösterisinden söz etmek mümkün. Hele hele "aşırılık" temasının ana unsur olduğu thrash metal için bu güç gösterisinin önemi daha büyük.

Öhöm, dosya konusuna giriş yazmıyorum. Lafı Destruction'ın geri dönüş albümüne getireceğim. Ancak hakikaten de "geri dönüş albümleri" adında bir dosya konusu yazılabilirmiş bak, konusuz kalırsam cebimde dursun. Şimdi 2000 yılına geri dönelim. 90'lar Destruction'a hiç yaramamış, Schmiersiz grup tamamen farklı bir kimliğe bürünmüş. Dönemin thrash metal gruplarının kaydığı groove etkilerinin ayyuka çıktığı 1 albüm, iki de kısa boy kayıt (EP) yayınlandı. Bunlar zaten 1999'da Schmier geri döndüğünde orijinal Destruction diskografisine girememiş kayıtlar. Tam bir üvey evlat yani. Hal böyleyken thrash metal tarihinin en yıkım dolu grubu Destruction'ın "geri dönüş" albümü, Cracked Brain'den beri grubu özleyen thrash manyaklarını daha da manyatacak bir kayıt oldu.

Tam bir gövde gösterisi. Destruction hiç olmadığı kadar, hatta olamayacağı kadar agresif, hızlı ve gamsız. The Butcher Strikes Back'in sonuna kadar Destruction'dan duyduğumuz duyabileceğimiz en hırslı, en kuvvetli şarkıları dinliyoruz. Sonrası belki bu kadar kuvvetli değil ancak bu düşüş de çok değil. Zaten oraya kadar dinlerken yoruluyorsunuz, vitesi azıcık düşürmek lazımdı.

The Final Curtain, Machinery of Lies, Tears of Blood, Devastation of Your Soul ve The Butcher Strikes Back şarkıları işte en sıkı parçalar, art arda geliyorlar. Bol bol politik, toplumsal ve dini eleştiri thrash metalin bir gereği olarak devam ederken, albüm aynı zamanda grubun geri dönüşünü de kutluyor bir yandan. The Butcher Strikes Back adından da anlaşılabileceği gibi bu görevi yerine getiriyor ve şarkıda da dinleyicilere teşekkürler sunuluyor. Ayrıca Total Desaster tekrar kaydediliyor. Bunun dışında kalan kısımsa (eleştrilerden ve kutlamadan kalan) "bakın biz ne kadar kötüyüz" tarzı bir muhtevaya sahip. Ancak bu sözleri ciddiye almadan eğlenmeye bakmak daha cazip gelmiyor değil.

Albümdeki coşkuyu tam olarak yazıya yansıtamadım sanırım ama D.E.V.O.L.U.T.I.O.N. hariç (çünkü henüz dinlemedim) (güncel not: artık dinledim :F) en coşkulu, en gürültülü Destruction albümü diyebilirim kendi adıma. Beste olarak değil belki ama prodüksiyon, kayıt, son ürün olarak... Bu düşüncemi yedirmek için zamanında eski şarkıları yeniden kaydettikleri Thrash Anthems'i kaydettiler tabi. Olsun, onu hariç tutayım. Neticede All Hell Breaks Loose, uzun süre verilen bir arada bir thrash metal grubunun ne kadar dolacağını, bunu bir anda nasıl boşaltabileceğini gösterebilen bir örnek.

  1. "Intro" – 0:43
  2. "The Final Curtain" – 4:27
  3. "Machinery of Lies" – 3:42
  4. "Tears of Blood" – 4:03
  5. "Devastation of your Soul" – 4:10
  6. "The Butcher Strikes Back" – 3:08
  7. "World Domination of Pain" – 4:06
  8. "X-Treme Measures" – 4:54
  9. "All Hell Breaks Loose" – 5:40
  10. "Total Desaster 2000" – 3:07
  11. "Visual Prostitution" – 3:50
  12. "Kingdom of Damnation" – 3:37

Meshuggah - Destroy Erase Improve

3 Ocak 2010 Pazar

Jens Kidman - Vokal
Fredrik Thordendal - Solo gitar
Mårten Hagström - Ritm gitar
Peter Nordin - Bas
Tomas Haake - Davul

İlkbaharın son günleri, günlerden pazartesi. Akşam. Önümde bir sürü yapılacak iş, yazılacak yazı var. Dergide kendi bölümlerimi yayına hazırlamalıyım. Bir önceki gün denize gitmişim, güneş kremi sürmeden. Sürmem tabi ki, bir keresinde dinlediğim bütün bir albüm boyunca güneş altında yatmıştım ve bir halt olmamıştı. Zor yanan bir insanım zaten. Ama bu sefer bu tecrübe işe yaramadı, akşam eve döndüğümde her tarafımdan ateş fışkırıyordu. Bütün kaslarım tutulmuş, şort mayonun kapadığı yerler haricinde vücudumun her noktası kıpkırmızı, hassas oğlu hassas. Bu hassaslık kaşıntı olarak geri dönüyor, kaşıdıkça acıyordu. Bir yandan baş ağrısı da yapıyor, hiçbir şey yapasım gelmiyordu. Ertesi sabah okula nasıl kalkıp gidebildim hala merak ediyorum (devamsızlık sınırdaydı da olsun, böyle deyince daha güzel oldu cümle).

Pazartesi akşamı işte, bütün o işler beni beklerken, bütün o saydığım belirtiler devam ederken aklıma sabahki sosyal seçmeli ders geliyor. Örgütsel davranış yani. Bu haftanın konuları arasında iş yerinde çalan müzikten bahsetmek de vardı. Buradan ritmik seslerin insan ritmini bozduğuna varıyorduk. Dört dörtlük ölçüde giden şarkıların insanı motivasyonunu korumakta zayıf olduğunu, sürekli çalındığında veriminin düştüğünü anlatıyordu. Turistler neden bizim dokuz sekizlik müziğimize bu kadar ilgi gösteriyor sanıyordunuz? Aksak müzik adamı harekete geçiriyor da ondan. Sadece dokuz sekizlik ritimler değil, bütün aksak müzikler için de geçerli bu.

İşte, aklıma o sabahki ders geliyor. Cuk diye oturtmuş, denk getirmiş konuyu gününe, Barbaros insanı hoca. “Madem aksak müzik insanı harekete geçiriyor, bir Meshuggah açalım da havamızı bulalım” diyorum, normalde çok nadiren dinlediğim bir grup olmasına rağmen. Başlıyor. Gitarlar girdikten sonraki hemen ilk saniyede bingo! Haklısın Barbaros adlı hocam, büyüksün, tebrikler. Baş ağrısı mı? Hadi canım! Zihnim açılıyor yahu! Birdenbire o yorgun bünye gidiyor, harekete geçiyor. Sözcükler takır takır geliyor. Klavyeyle harf resitali veriyorum resmen. Adobe Flash ile dans ediyorum ayağına basmadan. Adobe Fireworks’ü havaya fırlatıp 5 tur döndürüp aynı estetikle yakalıyorum… Zira ilk şarkı Future Breed Machine hayvan gibi affedersiniz. İnanılmaz bir agresiflikle ve yırtıcılıkla giriyor albüme. Çok hızlı, çok sinirli, çok teknik. Vücudun her uzvu oynamaya başlıyor kendiliğinden. İnsan kendine geliyor yahu! Sapına kadar haklısın Barbaros!

Albümün en başında Future Breed Machine tokadın en sağlamını vurup kendine getiriyor, ondan sonraki şarkılarda da böyle bir şey bekliyoruz. Ama bu kadar sağlam olmuyor. Olsun varsın, en azından koruyabiliyorlar ilk şarkının verdiği o şok geçirip kendine gelme halini. Bütün albüm birbirinden aksak çeşit çeşit ritimle bezeli. Beste olarak uçmuş şarkılar. Belli bir matematiğe göre bir araya getirilen notalar falan var. Bazı yerlerde her enstrüman ayrı ölçüde takılıyor, ondan sonra ölçülerinin ortak katlarının en küçüğünde (okek) bir araya gelip oradan ortak ölçüyle devam ediyorlar. Sonra tekrar ayrılıyorlar falan. Çok fantastik bir şey. Vokal de tertemiz değil, böyle fütüristik havaya uygun bir ton, ama robotik değil tabi. Aralara caz füzyon usulü bölümler de eklemişler.

Uzun lafın kısası, benim gibi deneysel müzikle ilgisi olmayan bir adamın bile ilgisini çekebilecek bir albüm Destroy Erase Improve. İlaç gibi ilaç! Hiçbir şey yapmaya haliniz yoksa takın kaseti, işinize bakın. Bilimkurgu-aksiyon tarzındaki bir filmin müziğe dökülmüş bir hali adeta. Fütüristik, tempolu, öfkeli, deneysel…

Son olarak, o akşam albüm devam ederken işlerimi bitirip bitiremediğimi merak edenlere, hayır efendim bitiremedim. Tam ikinci üçüncü şarkı civarlarındayım, pizza geldi onu yemekle uğraştım. Yemek bittiğinde albüm de bitmişti, ondan sonra yine yanık, iş görmez insan profiline geri dönmüştüm.

  1. "Future Breed Machine" – 5:49
  2. "Beneath" – 5:38
  3. "Soul Burn" – 5:18
  4. "Transfixion" – 3:34
  5. "Vanished" – 5:05
  6. "Acrid Placidity" – 3:16
  7. "Inside What's Within Behind" – 4:31
  8. "Terminal Illusions" – 3:47
  9. "Suffer in Truth" – 4:20
  10. "Sublevels" – 5:14